Az otende bir bankta, bir deri bir kemik kalmis bir ihtiyar, cenesini iki eliyle siki siki kavradigi bastonunun topuzuna dayamis, ayaklarini bitistirmis, kimildamadan saatlerce karsisindaki bosluga bakiyor. Hayranlikla onu seyrediyorsun. Sirrini, zaafini bulmaya calisiyorsun. Ama dokunulmazligi varmis gibi gorunuyor. Duvar gibi, yari kor, hatta felcli olmali. Ama salyasi bile akmiyor, dudaklarini oynatmiyor, neredeyse gozunu bile kirpmiyor. Gunes onun cevresinde donuyor: Belki de dikkat ve ozen gosterdigi tek sey kendi golgesini izlemektir; isaret noktalarini cok uzun zaman onceden belirlemis olmali; onun deliligi, deliyse eger, belki de kendini bir gunes saati sanmasidir. Bir heykeli andiriyor, ama heykellere nazaran bir ustunlugu var: Eger cani isterse, kalkip yuruyebilir. Bir insana da benziyor, daha cok bir kusunkini andiran kafasina, gogus kafesine kadar cikan pantolonuna, tam ilkokulluk papyon kravatina ragmen; ama oteki insanlardan su ayricaligi var ki bir heykel gibi kimildamadan saatlerce ve saatlerce durabilir, hem de gorunur hicbir caba harcamadan. Sen de bunu basarabilmeyi isterdin, ne varki yaslilik mesleginde henuz pek toy olmandan kaynaklansa gerek, cok cabuk sinirleniyorsun...